22 Mayıs 2018 Salı

Avrupa Birliği Türkiye’den ne istiyor? Hüsnü MERDANOĞLU Araştırmacı-Yazar

Avrupa Birliği Türkiye’den ne istiyor?
Hüsnü MERDANOĞLU
Araştırmacı-Yazar
Avrupa Birliği’nin (AB’nin) öncesini oluşturan, Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET), Avrupa’da düşmanlıklara son verilmesi ve atom enerjisinin barışçıl amaçlarla kullanılması görünümü altında, o günlerin koşullarında yayılmacı siyaset güden Rusya’ya karşı kurulmuştur. Rusya’nın Soğuk Savaş ortamında çökertilmesi üzerine AB, ABD’ye karşı Birleşik Avrupa gücü oluşturmaya yönelmiştir.

Bu topluluğa Türkiye, 31 Temmuz 1959’da tam üyelik için başvurmuş, ilişkiler 1963’de Ankara’da imzalanan ve 1 Aralık 1964’de yürürlüğe giren Ankara Antlaşması doğrultusunda sürdürülmüştür. Türkiye’deki kimi siyasi gelişmeler ve özelliklede AET’nin bir sömürü düzeni olarak görülmesi nedeniyle, uzun bir süre Türkiye, AET’den uzak durmuştur.

Türkiye’nin AB’ye yeniden ilgi duyması üzerine, 1999 Helsinki Doruğu’nda ülkemizin AB’ye “aday” ülkeler arasında olduğu resmen açıklamıştır. Ancak aradan geçen süre içinde AB’nin, Türkiye’ye yönelik yaklaşımı “adaylık”dan ileri gidememiştir. Avrupa Parlamentosu’ndaki mevcut 626 üyenin, Nice (Nis) Doruğu’nda alınan kararlar içeriğinde, 1 Ocak 2004 tarihinden itibaren 732’ye çıkarılması ve bu sayı içinde Türkiye’ye yer verilmemiş oluşu göstermektedir ki, yakın gelecekte, Türkiye’nin AB’ye üye olma olasılığı görülmemektedir. Ne var ki, ülkemiz AB’ye tam üye olmak beklentisi ile Kemalist ilkelerden sürekli ödün vermektedir.

AB, Temmuz 1993’de Kopenhag ölçütlerini açıklamıştır. Bu ölçütlerden aday ülkeleri ilgilendirenler, yani adayların üye olabilmeleri için uymaları gereken ölçütler; azınlıklara saygı, piyasa ekonomisine dönülmesi, topluluk hukukuna koşut hukuk düzeni geliştirilmesi, birliğin siyasal ve parasal amaçlarına uyum şeklinde özetlenebilir.

Bu ölçütlerin her biri, bağımsızlığını sağlamak ve korumak amacıyla kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti için ayrı anlam ve önem taşımaktadır.

Salt, “azınlıklara saygı” bağlamında konuyu ele aldığımızda, bu yaklaşım bağımsız, üniter ve ulus devlet yapımız yönünden sayılmaz yaralar açacak özelliktedir. Şöyle ki, “azınlık” kavramı net ve açık değildir. Eğer konu müslüman olmayan Türk yurttaşları ise onlar zaten Lozan Antlaşması ile hukuksal haklarına kavuşmuşlardır. Ne var ki, AB’nin “azınlık” dayatmasında amacının, Ermeni, Rum ve Musevilerin olmadığı AB’nin yaklaşımından bellidir. AB’nin amacı Türkiye’de azınlık yaratmaktır. Nitekim, Türkiye’nin söz konusu ölçütlere ne denli uyduğunu izlemek için düzenlenen “2002 Yılı İlerleme Raporu”na yansıyan tümceler niyetlerini göstermektedir. Bu raporda, “Azınlık Hakları ve Azınlıkların Korunması” başlığı altında; “... Tunceli Kültür ve Doğa Festivali, Kürtçe şarkı söyleyen gruplara yasak getirmeksizin, 1 ila 4 Ağustos tarihleri arasında gerçekleştirilmiştir. ...” denilmektedir.

Oysa tarihi bir gerçektir ki, Anadolu’da “Kürt Devleti kurulmasını” öngören, Mondros ve Sevr antlaşmalarının geçersiz kılınması için başlatılan Ulusal Bağımsızlık Savaşımızın kazanılmasında, emperyalist güçler ile savaşanlar içinde, bugün AB tarafından yapay azınlık olarak yaratılmak istenilen Kürt yurttaşlarımız da bulunmaktadır. Üstelik, düşmanın Polatlı’ya dek gelmesi üzerine, Millet Meclisi’nin Kayseri’ye taşınması isteğine, “biz buraya kaçmak için mi yoksa düşmanla dövüşerek, bağımsızlığımızı kazanmak için mi geldik?” diyerek itiraz eden, az ve öz konuşması ile ünlü Diyap Ağa, Tunceli (Dersim) milletvekilidir.

AB’nin yaklaşımı ortada iken, AB’ye üye olmak için öngörülen “uyum yasaları” sürecinde, ülkemizde kimi anayasal ve yasal değişiklikler yapılması, ulus devlet bütünlüğümüzden, üniter devlet yapımızdan, kısaca Atatürkçülükten verilen ödün olarak görülmelidir.

Bu bağlamda, Atatürkçü düşüncenin yandaşları, Türkiye’nin AB üyeliğine karşı olmak durumundadırlar. Çünkü AB, her geçen gün bir siyasi birlik haline gelmektedir. Bu birliğin Konsey, Komisyon, Parlamento ve Adalet Divanı gibi organları bulunmaktadır. Bu yönetim yapısı ile AB bir eyaletler topluluğu niteliği kazanmaktadır. Topluluk ile ilgili kararlar, söz konusu organlarda alınmaktadır. Türkiye AB’ye üye olsa bile, bu organlardaki üye çoğunluğu nedeniyle Türkiye’nin yararına karar çıkarması olası olmayacaktır.

Mustafa Kemal Atatürk, onca yoksulluğa, çaresizliğe, karşın eyalet içinde yer almak için Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuş değildir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş amacı tam bağımsızlık ve ulusal egemenliktir. Türkiye’nin, AB’ye üye olması durumunda, Avrupa Konseyi’nin kararlarına uymak zorunda olan bir ülke durumunu düşecektir.

Öte yandan, AB’ye üye olmamız durumunda egemenlik haklarımız AB organlarına geçmiş olacağı için, Amasya Genelgesi’nde ve onu izleyen ulusal kongrelerde, Atatürk döneminden beri anayasa hükmü durumuna gelmiş olan ve Atatürk’ün amacını en özlü biçimde özetleyen; “Egemenliğin kayıtsız ve koşulsuz, ulusa ait” olduğu ilkesi çiğnemiş olacağından, Atatürk ilkelerini korumak isteyenlerin AB’ye üye olmasına karşı olmalıdırlar. Ancak Avrupa’nın ve diğer gelişmiş ulusların seviyesine yükselmek ve onları da geçmek için, Atatürk’ün uyguladığı iç ve dış siyaset doğrultusunda tam bağımsızlığa sahip çıkarak ve kendi kaynaklarımıza güvenerek ülkemizin kalkınmasını sağlamalıyız. Unutmamalıyız ki Türkiye, tam bağımsızlık ülküsü ve ilkesi doğrultusunda yönetildiğinde; bugünkü Avrupa Birliği üyesi ülkelere uçak gövdesi satmış, Avrupa ülkeleri ekonomik darboğaz yaşamakta iken, Türkiye’de sanayide kalkınma hızı %96 olmuştur.

AB’nin amacı; Türkiye’yi AB’ye tam üye yapmak değildir. Zaten, Türkiye AB’ye üye olabilmesi için en önemli pazarlık gücü olan Türkiye’nin geniş pazar olanaklarını, Gümrük Birliği Anlaşması ile AB’ye kaptırmıştır.

AB, Türkiye’yi oyalayarak kontrol edilmesini sağlamayı, böylece birlikte olacağı başka güçlerin oluşmasını önlemeyi, üyelik sürecinde ülkemizi olabildiğince etnik ayrımlara bölmeyi, ulus devlet olgumuzu zayıflatmayı, Lozan Antlaşması’nın öcünü almayı, Mondros ve Sevr antlaşmalarını yeniden uygulamaya koymayı istemektedir.

Öte yandan, AB’ye üye olan ülkelerin kalkınma ve gönenç yönünden ilerleme sağladıkları da doğru değildir. Bu konuyu bir başka yazıda incelemek üzere belirtmek isterim ki; AB’nin Türkiye’den koparmaya çalıştığı ödünlere “dur” demek Atatürkçülülerin görevi olmalıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder